5letterstory
Amerika gezi notları - Bölüm 2: Chicago
28 - 29 Haziran 2016
Gelelim Amerika serisinin ikinci rotası olan Chicago'ya. Ben çok sevdim, bakalım sen de sevecek misin? :)
28 Haziran 2016: En son New York’taki son akşamımızdan ve ertesi sabah Chicago’ya doğru yola çıkacağımızdan bahsetmiştim (bu arada Amerika seyahatimizin sonunda yeniden New York’a dönüyoruz, o nedenle ilk kısmın son akşamı diyelim en iyisi). Sabah erken saatteki uçağımıza yetişmek üzere daha hava aydınlanmadan evden çıktık ve havaalanına geçtik. Yaklaşık 2 buçuk saatlik bir uçak yolculuğunun ardından Chicago havaalanına vardık ve bizi almaları için Cem, Kristen ve ailenin şimdilik en küçük üyesi Emre’yi beklemeye başladık. Bu arada daha önce bahsetmemiştim sanıyorum; Cem; Can’ın kardeşi ve Amerika’da yaşıyor. Kristen’le orada tanışıp evlendiler ve 2 buçuk yaşında dünya tatlısı bir de oğulları var; Emre. Wisconsin eyaletine bağlı Wausau şehrinde yaşıyorlar normalde ancak hem bizi almak için hem de Chicago’yu gezelim diye arabayla oralara kadar geldiler.
Havaalanında buluştuktan sonra yine her gezimizde yaptığımız gibi airbnb*’den tutmuş olduğumuz evimize gittik. Bu sefer ki evimizi bir oda dolusu oyuncağıyla biraz da Emre’ye göre seçtik :) Evimize yerleşip hazırlandıktan sonra güzel bir kahvaltı yapmak üzere kendimizi dışarı attık. Metroya binip, merkezde güzel pancake yapan yer arayışına girdik. Yalnız metrodan iner inmez bir an Can’la birbirimize baktık. Surat ifadelerimiz tam olarak şunu ifade ediyordu: Biz New York’tan bu sabah ayrılmadık mı yahu!? Baya bildiğin binalarıyla falan yeniden New York’a gelmişiz gibiydik. Neyse herhalde gezdikçe farklılıklar gözümüze çarpar düşüncesiyle kahvaltı mekanımıza doğru yürümeye başladık.
“Wildberry Pancakes & Cafe”de doyurucu ve güzel bir kahvaltının ardından şehri gezmeye çıktık. İlk önce şehrin sembollerinden biri olan “Bean” e gittik. Yani bildiğin fasulye, ama biraz heybetlisi. Millenium Park’ta bulunan bu eser 2004-2006 yılları arasında İngiliz sanatçı Anish Kapoor tarafından paslanmaz çelik kullanılarak inşa edilmiş. Bu dev fasulyenin yansımalarıyla birbirinden eğlenceli fotoğraflar yakalaman mümkün :)

*Bean
Hemen devamındaki ünlü mimar Frank Gehry’nin eseri olan "Jay Pritzker Pavilion"da ise özellikle yaz aylarında birçok konser ve müzik festivaline rastlayabilirsin.

*Jay Pritzker Pavilion

*Millenium Park
İlk başta (ben dahil) gören bir çok kişinin deniz zannettiği, ama aslında göl olan Michigan Gölü kenarından yürüyerek, 1010 metre uzunluğunda bir iskele olan "Navy Pier"*e geldik. Navy Pier İskelesi’nin asıl inşa amacı kargo taşımacılığını kolaylaştırmak olsa da, şuan, insanların sosyalleşmek üzere geldiği, üzerinde eğlence mekanları, restoranlar, konser ve tiyatro alanları gibi bir çok etkinliğe imkan veren bir alana dönüşmüş. Bu alanın sembolü ise birçok yerden göze çarpan oldukça büyük dönme dolabıdır.

*Michigan Lake

*Michigan Lake

*Ferris Wheel

*Navy Pier

*Navy Pier
Navy Pier’den sonra şehrin kıyısından içerilere doğru geçip, sokaklarını keşfe çıktık. Aslında ne kadar New York’a benziyor desem de, gezdikçe farkına vardığım kendine has bir havası var bu şehrin. Birçok yeri heykellerle dolu caddeleri çok ferah ve şehrin kesinlikle kendini sevdiren bir yanı var. Hem New York gibi büyük ve kozmopolit bir şehirde yaşamak isteyip hem de o kadar kalabalık istemiyorsan bu şehir bi’ harika dostum :)



Şehri gezdikten sonra artık acıktığımızı farkedip akşam yemeği yemek üzere “Gibsons Bar & Steakhouse” restoranına gittik. Bu arada restoran, kafe, bar vb. seçimlerimizi tamamen hislerimize dayanarak seçiyoruz diyebilirim :) Bazen ya foursquare* uygulamasından yararlanıyoruz, ya da bir yerinde önünden geçerken hislerimizin “Aaa burası güzele benziyor!” demesine dayanarak karar veriyoruz. Genelde güzel çıkıyor :)
Akşam yemeğimizin ardından yine şehirde dolaşarak evimize doğru yürüdük. Yanımızda dünya tatlısı 2.5 yaşında bir böcek olduğundan Chicago gece hayatını bu sefer es geçtik, ama bir daha sefere elimizden kurtulacağını pek sanmıyorum :)

*bahsi geçen dünya tatlısı meraklı böcek :)
29 Haziran 2016: Bu sabaha, yapmak için en çok heyecanlı olduğum şeyin gerçekleşeceğini bilmenin mutluluğu ile uyandım. Çünkü bugün, Amerika’nın 2. en yüksek kulesi olan, eski adıyla Sears, şimdiki adıyla "Willis Tower"*a çıkıp 103. katındaki Skydeck* adı verilen cam balkonunda harika fotoğraflar çekip manzaraya doyma günüydü.
Sabah evde güzel bir kahvaltının ardından eşyalarımızı toparlayıp arabaya yerleştirdikten sonra yine şehrin sokaklarına attık kendimizi. Saat 16:00’a kadar şehri gezdikten sonra fotoğraf çekimi için en uygun saatler olduğunu öğrendiğimiz Skydeck’e çıktık. 103. kata ulaştığında karşıda 2 tane sadece camdan balkon seni bekliyor. Eğer yükseklik korkun yoksa burada birbirinden güzel pozlar yakalayabiliyorsun. Ben şansımı fazlasıyla zorladım mesela; yattım, zıpladım, pır pır döndüm, Can’ı elinde telefon bir balkondan öbürüne koşturup verilebilecek her açıdan poz verdim :)
bknz: çünkü kendisi mükemmel bir #instagramhusband* :) (bu videoyu mutlaka izlemelisin)

*Skydeck

*Skydeck

*Skydeck

*Skydeck
Bu arada Can’da yükseklik korkusu olduğundan hayatta çıkmaz o balkona diyordum ama vallahi de çıktı! Aşağı şöyle göz ucuyla bir kere bakabilmiş ama ben çıkmasını bile beklemezken daha ne isteyelim zaten :)
Skydeck macerasının ardından ayaküstü bir şeyler atıştırıp bir sonraki durağımız olan Milwaukee’ye doğru yola çıktık.
Chicago anılarımı bitirmeden önce, toplamda geçirmiş olduğum iki günde Chicago’nun bana vermiş olduğu izlenimler şu şekilde;
Tanrım ne kadar çok rüzgar var saçlarımı zaptedemiyorum. Şapkamı zaten hiç zaptedemiyorum, bütün şehri benden önde gezdi.
New York’un aynısının, biraz daha küçüğünün, sahil kenarının daha iyi değerlendirilmiş hali.
Şuana kadar şehrin güzelliğiyle ilgili duyduğum her şey doğruymuş; bayıldım ♥
Milwaukee, Wausau ve Wisconsin Dells şehirlerindeki anılarımızı da bu serinin 3. bölümünde yayınlayacağım. Çok heyecanlı oluyormuş yalnız böyle, sevdim bu bölümlere ayırma işini ben. Sende sevdin bence. Farkında değilsin ama sevdin sen sevdin :)
Görüşürüz ♥